FurkanArda on Nostr: Zengin olmayı istemekte yanlış bir şey yok. Zengin olmakta da yanlış bir şey ...
Zengin olmayı istemekte yanlış bir şey yok. Zengin olmakta da yanlış bir şey yok. Aslında zengin insanların olmadığı bir dünya son derece sıkıcı ve işlevsiz olurdu. Mesele şu ki, zenginliğin ne olduğunu anlamalısınız. Zenginlik, para değildir. Zenginlik toprak, giysi, yiyecek, ev, çiftlik, zekâ, enerji, beceri, sağlıklı bir aile, demir, ormanlar, bahçelerdir. Bunlardan başkası değildir. Yalnızca para kazanmaya odaklandığınızda, gerçekten zenginleşmediğiniz aklınıza gelmez. Sadece benliğinizi yoksullaştırırsınız. Bilirsiniz, dolar miktarını yükselttiğinizde doların değeri düşer; fiyatlar yükseldiğinde de doların değeri görünmez. Bir koşu bandında, bir hengamenin ve sidik yarışının içindesinizdir, başka bir yerde değil. Bu, Alfred North Whitehead’in deyimiyle “yanlış yerleştirilmiş somutluk yanılgısı” olan sembolü gerçeklikle karıştırmanın bir örneğidir:
Kişi şeylerin nasıl olduğuna dair soyut bir inancı, görüşü veya kavramı fiziksel veya “somut” bir gerçeklikle karıştırdığında yanlış yerleştirilmiş somutluk yanılgısına düşer.
Tüm para sorunu ve teknoloji tarafından üretilen dünya zenginliğinin dağılımı maddi bir sorun değil, psikolojik bir sorundur. İnsanlar zenginliğin sembolü olan para ile sanki kendi başına değerli bir şeymiş gibi hipnotize edilmektedir. Bu, parayı altınla eş tutma şapşallığıdır. Ramakrishna dünyanın kötülüklerinden birinin altın olduğunu söylediğinde, bence belki de gayriihtiyari olarak fazlasıyla haklıydı.
Bir hikâyeye göre bir zamanlar dünyadaki tüm bankalar ülkeden ülkeye altın taşımaktan yorulmuşlar. Bunun üzerine Pasifik Okyanusu’ndaki bir adada tüm bankaların genel merkezlerinin bulunduğu bir ofis açmaya karar vermişler ve tüm altınlar orada bir araya getirilmiş. Böylece altın bozdurmak zorunda kaldıklarında tek yapmaları gereken altını caddenin karşısına taşımak olmuş. Ve işlemler yaklaşık 10 yıl boyunca güzel bir şekilde sürdürülmüş. Sonra, farklı ülkelerden tüm banka patronları eşleri ve çocuklarıyla birlikte adayı ziyarete gelmiş ve büyük bir buluşma gerçekleştirmişler. Bu sayede muhasebe defterlerini ve işlemleri incelemişler ve her şey mükemmel bir düzen içindeymiş. Sonunda çocuklar “baba, altınları görmek istiyoruz” demişler. Bunun üzerine bir banka sahibi müdürlere “çocuklarımızı altınları görebilmeleri için kasalara götürün” demiş. Bunun üzerine tüm müdürler “şey, bu biraz zor ve sıkıntılı bir iş, ayrıca çok zaman alır” demişler. Patronlar da “Ne diyorsun sen be, aptal aptal konuşmayın, ne var bunda, altını görmesinler mi?” minvalinde tepki göstermişler... Bunun üzerine müdürler duraksayıp kemküm etmiş ve iki arada bir derede kalarak şöyle demişler: “Şey, üzülerek söylüyoruz ki yedi yıl önce yeraltında feci bir deprem oldu ve tüm altınlar yer yarılınca içine girdi, ama tabii ki hepimiz o zaman ne kadar altınımız olduğunu biliyorduk ve bu yüzden kayıtları buna göre tutmayı sürdürdük.”
Şaka gibi, değil mi? Ama maalesef bu bir gerçeklik; hem de yaşadığımız gerçeklik. Yani insanlar paranın defter tutmak olduğunu, defter tutmaktan başka bir şey olmadığını anlamıyorlar, bilmiyorlar ve hatta bilmek, duymak istemiyorlar. Bu defterse günümüzde çok dandik ve manipülasyona açık!
#Bitcoin bunu da düzeltir!
Kişi şeylerin nasıl olduğuna dair soyut bir inancı, görüşü veya kavramı fiziksel veya “somut” bir gerçeklikle karıştırdığında yanlış yerleştirilmiş somutluk yanılgısına düşer.
Tüm para sorunu ve teknoloji tarafından üretilen dünya zenginliğinin dağılımı maddi bir sorun değil, psikolojik bir sorundur. İnsanlar zenginliğin sembolü olan para ile sanki kendi başına değerli bir şeymiş gibi hipnotize edilmektedir. Bu, parayı altınla eş tutma şapşallığıdır. Ramakrishna dünyanın kötülüklerinden birinin altın olduğunu söylediğinde, bence belki de gayriihtiyari olarak fazlasıyla haklıydı.
Bir hikâyeye göre bir zamanlar dünyadaki tüm bankalar ülkeden ülkeye altın taşımaktan yorulmuşlar. Bunun üzerine Pasifik Okyanusu’ndaki bir adada tüm bankaların genel merkezlerinin bulunduğu bir ofis açmaya karar vermişler ve tüm altınlar orada bir araya getirilmiş. Böylece altın bozdurmak zorunda kaldıklarında tek yapmaları gereken altını caddenin karşısına taşımak olmuş. Ve işlemler yaklaşık 10 yıl boyunca güzel bir şekilde sürdürülmüş. Sonra, farklı ülkelerden tüm banka patronları eşleri ve çocuklarıyla birlikte adayı ziyarete gelmiş ve büyük bir buluşma gerçekleştirmişler. Bu sayede muhasebe defterlerini ve işlemleri incelemişler ve her şey mükemmel bir düzen içindeymiş. Sonunda çocuklar “baba, altınları görmek istiyoruz” demişler. Bunun üzerine bir banka sahibi müdürlere “çocuklarımızı altınları görebilmeleri için kasalara götürün” demiş. Bunun üzerine tüm müdürler “şey, bu biraz zor ve sıkıntılı bir iş, ayrıca çok zaman alır” demişler. Patronlar da “Ne diyorsun sen be, aptal aptal konuşmayın, ne var bunda, altını görmesinler mi?” minvalinde tepki göstermişler... Bunun üzerine müdürler duraksayıp kemküm etmiş ve iki arada bir derede kalarak şöyle demişler: “Şey, üzülerek söylüyoruz ki yedi yıl önce yeraltında feci bir deprem oldu ve tüm altınlar yer yarılınca içine girdi, ama tabii ki hepimiz o zaman ne kadar altınımız olduğunu biliyorduk ve bu yüzden kayıtları buna göre tutmayı sürdürdük.”
Şaka gibi, değil mi? Ama maalesef bu bir gerçeklik; hem de yaşadığımız gerçeklik. Yani insanlar paranın defter tutmak olduğunu, defter tutmaktan başka bir şey olmadığını anlamıyorlar, bilmiyorlar ve hatta bilmek, duymak istemiyorlar. Bu defterse günümüzde çok dandik ve manipülasyona açık!
#Bitcoin bunu da düzeltir!